Şiir Arama

Mert Metin - Cihangirli Çiçekçi Kız

gözlerinde çorak nehirlerin uzayan tenhalığı
ay ışığı çalınmış bezirgan geçitlerin hoyrat kızı
döşü kibrit ahusu bilekleri sarmaşık
düşleri cinnet baygın intiharlarla sırnaşık
yabanıl gülüşünle göğsümde tüten bir sılaydın
ne vakit yakama zehir & fikrime de titrek bir telaş bıraktın…




oysa soframızda şarap yüzümüzde aynalar çatlamamıştı
ve adımız muhtar kayıtlarında sakıncasız dilekçeler kadardı
o dağlara sürgün sevdaları tek başına geçmek kolaydı da
bu savrulan sözler şimdi hangi şehirde bir yalan yemin kaldı…




gittin & islendiğimiz ateşler artık parmaklarında üşüyecek
yıldızlar dileklerinde kırpışıp & kirpiklerinde ıslanıp sönmeyecek
ve gün'e hazır ettiğin çayımız bir daha o ellerinle hiç tütmeyecek
cihangirli çiçekçi kız desen o da yüzümüzden selamı sabahı kesecek…




meğer vuslatı kayıp turna türküsüymüş aşklar
varsın bana kalsın kapı diye
başımı çarpacağım bunca enkaz
bomboş camlar…




gayri ben yaktım gülleri aklıma kül bir sicilim şimdi
kıyılar dersin dalgalarla bu sitemli şikayetsiz bendimi…





I.





altı gündür aynı soru & adın ve atlasın
harami tozlar ufalanıyor göğsümde
bahçemizde akşam sefa değil
gözlerim sönüyor yüzümde…




oysa salınıp geçtiğimiz sokaklarda hala gülüş izin
yankısı yanık dağ türkülerinde yine o kallavi sesin
ve penceremde dökülen buğuda ağzın
adını yazsam kanar dudaklarım…


varsın da kanasın…kanasın…kanasın
efkarım yel diye hicranıma ahu kılıç dağlansın…




(sobaların yoksulluğu türkülerle yaktığı zamanlardı…mevsimler başımızda kiracı…
sabahlar güvercin telaşı…adımız fiyakasız cenaze törenlerinde…nadası kıyılmış düşlerde…
ve bicümle sirenlerde…ucube…eskizine küs…bir tuvalin kaçak ressamıydı…

üşürdük…ekmeğimiz serçe ağzı…üşürdük…sırtımızda geçilen şehirlerin titrek sokak
lambaları…bir adımlık kar kadar temiz değildi azrail…ve o'nun görkemli kırmızı sıcağı…
yürürdük…destanlar kadar yalnız…romanlar kadar hayal…şiirler kadar tenha…
yürürdük…ol rivayet sularda…çöl saklısı…serap adımlarla…



ve sen çıkıp gelmiştin çorapları beyaz…asude bir ayaz…gamzesi ceylan pınarı…saçları
kuru korular yangını…şehirlerde park yalnızlığı…bakışlarında orman ıslığı…




ölürdük…sedyesiz serumsuz…ölürdük…ilmik pamuktur diye cellatlarla barışık…
ölürdük…ceplerimizde vasiyeti bir başka…mirasçısı meçhul mektuplarla…)




şimdi ben nasıl belleğime seni sıkayım



ki…



ol zaman dergahlarda solan acılara köz oldum
aşk dedim obalarımdan da kitapsız kovuldum…




şairlerin dişine dize & sırların da sesine ser kaldım
kerbela yattım da kaç zemheriye kırbaç şafak uyandım…




sen bilme cihangir bulvarında telsiz tetik sesini
ve sorma elleri kan kına o şahit cihangir çiçekçisini…





II.





emanet bir bekleyişim otobüs duraklarında
alnımda yazılası değil sıkılası yokluğun
derken aklımı amansız rüzgarlara çarpışım
haliç kıyısında duman şarap kalışım
bu sefer kaçaklığımın sefiri yazgım olmasa da
meğer ben her hikayemi
hep ısırgan avuçlarımla kanatmışım…




yıkılasın diyorum el şehri bizans surları & yıkılasın
çarşılarından çocuklar kovuluyor & de ki gülmez yüzüm
içilen değil & deşilen bir işkembe oldu çorbacıların
ve lacivert bir örtü serildi ışık yakan düş kapaklarına
sen ki tütmeyen sobalarda somun kavgası
sen ki rahimlerde arabesk kürtaj şarkısı
varsın sarayların olsun & duvarların kapatmaz utancını…




yirmibeş gün oldu aynı soru & adın ve atlasın
gölgen dolanıyor adımlarıma bu da yalanım olsun vitrinlere
ayaklarına hangi peronun ışığı düştü
bunu da gel & haydi benim karanlığıma söyle
gamzeleri gümüş gülüşünle göçüp gazellere
ki turna görse sılasına düşen sen
efkarı & ağıt yakan türkülerden...




seherlere sızan ezanlarda yorgun yoksul kaldırımlar saydım
avlularda vurulacak sular kadar & küfrüme de asi bir ziyandım…




yaslanıp uçurtmaların mavisine gri bulutlara düştüm
yağmurlar örtünüp sakalarla uluorta tenhalık bölüştüm...




cihangirli çiçekçi kızın gözünde belki şaşkın bir bakıştım
hükümsüz bir adres ile inziva kuyulara da yabancı kaldım...




deşilen ve devrilen iki idamlık iki çırpınan güvercindi hayat
cihangir sokağında sesler gel de şimdi pusunla sevdaya yat…





III.






yaklaşan gölgeler var sırtını verdiğin duvarlara
ve çilingir çalıyor kapımızı yani yağmur yağmasa da olur
hem şairler şiir yaşamasa ne olur
bunca kan sırılsıklam çarparken kitabımıza aşımıza
bütün ışıkları bir bir sönerken ahşap düşlerimizin
ve perdeler & ve arkasında titreyen yüzler susarken
ve cihangirde şafağa karşı imansız tüfekler gezerken
şimdi zaman & mazgallardan süzülen ay tenli bir hıçkırık değildir
bu merasimsiz bir sazın
hiç yere kopan tek vuruşluk telidir…




alnımdan silinen terin geçiyor
incinen bileğine sızan günler
ağzının kenarı nehir yatağı
ve çağladığın o ilahlı sözler…




derken…



yaklaşan gölgeler…




(şilepler yanaşırdı o kasabaya…sonra sen tahta tokanla çıkıp gelirdin...gözlerinde yunus havası…



saçları yalaz fırtınalar tanığı...dişleri dalga köpüğü…topukları desen kızgın tuzlar yanığı…



gelirdin…



elleri kumdan kalelerin ihtişamlı gözeneği…

elleri...yakılacak ateşlerin çıra kokan sahil çiçeği...

ne vakit dilinden deniz yıldızları ezberlesem…dalıp giderdin…

ve ben ne vakit iskele desem…

sıla gibi soluğumda tüterdin…)


gölgeler…


geldiler…




sisler arasında dağınık & dağlara çoban aşklar kadar yalandım
ağaç kabuklarına işlenen her işarete çıkmaz çalı çırpı kaldım…




kendime durdum turnalara bülbül & gül'e çayır oldu sesim
saraylarda köy & ocaklarda közler kadar harsız tüttü nefesim…




naçar omzunda hırkası diken & belki bir daha beni hiç görmeyecek
cihangirli çiçekçi kız & saksısında kurşun buğusu bir benden bilmeyecek…




ellialtı gün oldu aynı soru & adın ve atlasın


Yorum Yaz

Yorumunuz (*)

Resimdeki kodu giriniz

IP Adresiniz: 3.135.183.187

Yorum Yok

Bu söze ilk yorumu siz yazın.